MÜKEMMEL AİLE!!

Başlığını görerek, bu yazıda “mükemmel” bir aile olabilmenin püf noktalarını görmeyi umut eden okurların bir hayli hayal kırıklığı yaşayacağını belirterek başlayalım bu yazıya!

“Mükemmel insan” olmadığına göre, “mükemmel ilişki” de imkansızdır. Dolayısıyla, birden fazla kişinin “ilişki” içinde olduğu, toplumun en küçük birimi olan “aile” de mükemmel olamaz. Hatta, kendi kişiliğimizde ve kurduğumuz ilişkilerde mükemmelliğe ulaşmaya çalışmanın beyhude bir çaba olmaktan öte, gereksiz ve hatta sakıncalı olduğunu bile söyleyebiliriz.

Çünkü mükemmel olmaya çalışmak, hata yapma korkusunu ve kaygıyı artırarak bizi doğallıktan ve insani özelliklerden uzaklaştırır. Önemli olan, mükemmel olup hiç hata yapmamak değil, hatalarımızın ve kör noktalarımızın farkında olarak kendimizi ve aile hayatımızı geliştirmeye çalışmaktır.

Aile için çeşitli benzetmeler yapılabilir:

Örneğin, kişileri içinde taşıyan, onlara güvenli ve sıcak (ya da tam tersine güvensiz ve soğuk) bir ortam sunan bir arabaya benzetilebilir. Elbette, en lüks arabalarda bile zaman zaman bazı aksaklıklar ortaya çıkabilir, arabanın bazı parçaları bakım ve onarım gerektirebilir. Arabada olduğu gibi, ailede de bu “bakım ve onarım” işlemi ihmal edilirse aksaklık diğer parçalara da yansır ve daha büyük sorunlara yol açabilir.

Aile, bir binaya da benzetilebilir. Dışarıdan görünüşü ihtişamlı veya mütevazi olabilir, ama asıl önemli olan, temeli ve taşıyıcı unsurlarıdır. Binalar da zaman içinde bazı yıpratıcı etkenlerden dolayı güçsüz düşerek “bakım ve onarım”a ihtiyaç duyabilir. Bu “bakım ve onarım” ihmal edildiğinde, aile sistemi de aynı binalar gibi, güçlü bir “sarsıntı” karşısında ayakta duramaz hale gelebilir.

Aile, canlı bir organizmaya da benzer. Canlı organizmaları meydana getiren hücrelerde olduğu gibi, aile üyelerinin de farklı işlevleri ve karşılıklı olarak birbirini etkileyen bir ilişkiler ağı vardır. Bu karşılıklı etkileşimden dolayı, sistemin bir tarafındaki aksaklık tüm sistemi etkiler. Öte yandan da, sistemin genelindeki bir aksaklık tek tek her birimi etkiler.

Mutlu ve sağlıklı ailenin, şu özelliklere sahip olduğu söylenebilir:

  • Üyelerinin herbiri bu aileye “ait” olmaktan dolayı mutludur ve bu aidiyeti bir zorunluluk veya bağımlılık olarak değil, bir “tercih” ve bağlılık olarak hisseder.
  • Ailedeki bireyler, tehlikeler ve zorluklar karşısında tüm aile sisteminden destek göreceklerini bilmenin güvencesini ve kendi hayatlarına yön verirken özgür olmanın rahatlığını hissederler
  • Aile üyeleri, kendi bakış açılarını “kesin doğru” olarak görmek yerine, kendilerini diğerinin yerine koyarak onunla “empati” kurabilir
  • Aile üyeleri, kendi ihtiyaçlarını, isteklerini, ve duygularını rahatlıkla ifade edebilir; diğerlerinin isteklerine, ihtiyaçlarına, ve duygularına ise kulaklarını kapatmaz. Aile üyelerinin farklı istek ve ihtiyaçlarından kaynaklanan çatışmalar, yapıcı biçimde ve uzlaşmayla çözümlenir. Aile üyeleri, “çözümlenemeyen” çatışmalarda da en azından “anlaşamadıkları” konusunda uzlaşabilir
  • Aile üyeleri, ailenin sorunlarını ve aksayan yönlerini inkar edip görmezden gelmek yerine, bu aksaklıklara yaratıcı ve yapıcı biçimde çözüm bulma arayışına girer
  • Aile sistemi, herşeye rağmen birlikte “varolmak” ve birlikte birşeyler “yapabilmek, üretebilmek” becerisine sahiptir.

 

Ailelerde genellikle yaşanan sorunlar ise, şu şekilde sıralanabilir:

  • Aile üyeleri arasında iletişim “kopukluğu” (konuşamamak) ve/ya iletişim “arızaları”:

İletilmek istenen mesaj, alıcıya giden mesaj, ve mesaja alıcının yüklediği anlam farklı olduğunda, iletişimin “arızalı” olduğu söylenebilir. Bir diğer “arıza” da, iletişimin yapıcı olmak yerine yıkıcı bir nitelik almasıdır.

  • Aile üyeleri arasında yoğun ve yıpratıcı bir “güç mücadelesi”:

Evin bütçesi, çocuğun eğitimi, evin düzeni gibi konularda aile üyelerinin farklı ihtiyaç, istek ve beklentileri olması gayet doğaldır. Ancak, bu anlaşmazlığın yapıcı biçimde ve uzlaşmayla çözümlenmesi yerine, “haklı” çıkma ve “otorite olma” kavgasına dönüşmesi, aile sistemini olumsuz biçimde etkileyebilir.

  • Duygusal paylaşımda sorunlar:

– birlikte geçirilen zamanın kişilere mutluluk ve keyif verememesi (yabancılaşma)

– önemsendiğini, değer verildiğini, sevildiğini, saygı duyulduğunu hissedememek (duygusal açlık)

– aile üyeleri arasında empati eksikliği

  • Cinsel sorunlar

           Eşlerden birinde veya her ikisinde cinsel isteksizlik ve uyarılma zorluğu, erken veya geç boşalma, cinsel istek ve ihtiyaçlarda uyumsuzluk, vb

  • Eşlerden birinin veya her ikisinin, bir başkasıyla evlilik dışı bir ilişki yaşaması veya buna yönelik şüpheler (kıskançlık krizleri)

 

  • Aile üyelerinin, birbirinin davranışlarını ve tercihlerini yönetmeye çalışması (sınır ihlali ve bireysel özgürlüklerin yitirilmesi)

 

  • Eşlerin kendi anne-babalarıyla, kayınvalide ve kayınpederleriyle, ve diğer akrabalarla ilişkilerden kaynaklanan sorunlar

 

  • Aile içi roller ve işbölümüyle ilgili çatışmalar

 

  • Ailenin hayatını ve varolan düzenini değiştiren olaylar:

Hastalık, maddi sorunlar, ölüm, taşınma, iş değişikliği, doğum, emeklilik, çocuğun evden ayrılması, vb

  • Aile üyeleri arasında kişilik ve kuşak çatışmaları

Eşlerin birbirleriyle uzlaşmasını imkansız hale getiren kişilik özelliklerine sahip olduklarını sonradan farketmeleri, birbirlerinin zamanla değişen kişilik özelliklerine veya çocuklarının gelişmekte olan kişilik özelliklerine uyum sağlayamamaları…

  • Aile içi şiddet, cinsel taciz, alkol, uyuşturucu madde veya kumar bağımlılığı gibi aile düzenine zarar veren davranışlar

 

Aile içinde yaşanabilen bu sorunlara ilişkin şu    noktaları vurgulamakta fayda var:

* Tüm bu sorunların herbiri hem “neden” hem de “sonuç”tur. Yani sorunlar karşılıklı olarak birbirini etkileyebilir.

* Bu sorunları, aile üyelerinden herhangi birisine veya ikisine ait sorunlar olarak değil, tüm ailenin birlikte ürettiği ve birlikte yaşadığı sorunlar olarak görmek gerekir

* Hiçbir sorun “çözümsüz” değildir. Önemli olan, sorunları inkar edip görmezden gelmek yerine, yaratıcı ve yapıcı biçimde çözüm bulma arayışına girmektir. “Çözüm”, çoğu zaman “varolan durumu ve olayları” değiştirmek yerine, bu duruma ve olaylara farklı bir gözle bakabilmekten geçer

* İçinde bulundukları “kördüğüm”ün hem yaratıcısı hem de mağduru olan aile üyelerinin iyi niyetli çabaları bu kördüğümün çözülmesi için yeterli olmadığında, “dışarıdan” yardım almaktan çekinmemek gerekir. Unutmamak gerekir ki yeterince güçlü, sağlıklı, ve kendine güvenen kişiler “yardım istemek”ten gocunmaz