ERKEKLERE VE KADINLARA DAİR

ERKEKLERE VE KADINLARA DAİR

Bu yazı çoğunlukla “erkek psikolojisini” anlatıyor, ama kadınları referans almadan salt erkeklere dair bir şeyler söylemek neredeyse imkansız olduğu için, yazının başlığı “erkeklere ve kadınlara dair”. Elbette kendini samimi bir şekilde tanımak ve geliştirmek istediği için kendi isteğiyle bu yazıyı okuyan şanslı erkekler de vardır, ama belki de bu yazdıklarım oğullarını-eşlerini-babalarını anlamak isteyen kadınlar tarafından daha çok okunuyordur, ve belki de bu yazdıklarımı okuyan erkekler sevdikleri bir kadın bu yazıyı onlara tavsiye ettiği (veya ödev verdiği??!) için okuyorlardır. Eh, işte bu da “erkeklere dair” bir durum!  Her durumda da, bu yazıyı okuyan bir erkekseniz, sizi tebrik ederim. Sonuçta, kendi “özgür iradenizle” okumayı tercih ettiniz ve okumaya devam ediyorsunuz. Bu yazıyı bitirdiğinizde, kendinize ve eşinize dair çok şey öğreneceksiniz, ve umarım kendinizi değiştirmek, geliştirmek için küçücük de olsa önemli adımlar atmaya başlayacaksınız.

Bu yazı boyunca “erkekler” ve “kadınlar” arasındaki farklılıkların biraz fazla abartılmış olduğunu ve suni bir ikilik yaratılmış olduğunu düşünebilirsiniz, son derece haklısınız, ama vermek istediğim mesajı daha iyi sunabilmek ve aslında bir bütünün parçaları olan erkek ve kadını daha iyi analiz edebilmek için bu suni ayrışmaya ihtiyaç var. Elbette “tüm” erkekler “her zaman” ve “tamamen” bu yazıda anlatıldığı gibi değiller. Aynı şey kadınlar için de geçerli elbette. Bu yazıyı okurken “erkekler” ve “kadınlar” sözcükleriyle karşılaştığınızda lütfen bunu hep hatırlayın. Bir ağacın hiçbir meyvesi tıpatıp birbirinin aynısı olamaz, ama sonuçta hepsi de o ağacın meyvesidir. Ve en nihayetinde, tüm erkekler ve kadınlar, daha geniş bir bakış açısıyla baktığımızda aynı ağacın tohumlarından kök salmış, yan yana büyüyen, benzer (ama tıpatıp aynı olmayan) ağaçlardır.

Erkekler ve kadınlar farklı şekillerde iletişim kurarlar, farklı düşünürler, farklı hissederler, algıları farklıdır, farklı tepkiler verirler, temel ihtiyaçları farklıdır, öncelikleri farklıdır. Birbirlerini farklı şekillerde severler ve sevgilerini farklı şekilde gösterirler. Örneğin, erkekler “toptancıdır”, az ama büyük hediyelerle sevgilerini göstermeye çalışırlar. Veya kadına “hizmet” edip onun için bir şeyler yaparak (tamir, alışveriş, vb) sevgilerini sunarlar. Kadınlar ise “perakendecidir”, küçük de olsa sık sık hediye alınmasını, sık sık sevgi sözcükleri duymayı, sık sık dokunulmayı ve sarmalanmayı tercih ederler. Eşlerine olan sevgilerini bu şekilde gösterirler, ve eşlerinin onlara sevgisini de bu şekilde göstermesini tercih ederler. Erkekler ve kadınlar, sanki iki ayrı gezegenden gelmiş iki farklı canlı gibidir, dilleri-kültürleri-alışkanlıkları-yaşam tarzları farklıdır. Bu farklılığı bildiğimizde, eşimizi yadırgamak ve değiştirmeye çalışmak yerine, onu olduğu gibi kabul edip bu farklılıklarla yaşama becerimizi geliştirebiliriz. Bunun bir ileri adımı da, bu farklılıkları bir potada eritip, eşimizdeki “farklı” özelliklerin kendi içimizde de belli bir ölçüde varolduğunu keşfederek, kendimizi daha iyi tanımak ve geliştirmektir. Kendinizi bu “erkek” ve “kadın” rollerinin en uç noktasına hapsetmek yerine, diğer kutuptan bazı özellikleri benliğinize katıp (ya da zaten içinizde varolan bu özellikleri ortaya çıkartıp) kendinizi daha sağlıklı ve “bütünleşmiş” bir insan yapabilirsiniz. Zıt kutuplar kaçınılmazdır elbette, ve birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Ama zıt kutuplar arasındaki ilişki, her iki tarafın da süreç içinde birbiriyle etkileşime girip birbirine dönüştüğü ve sonra tekrar kendine döndüğü dinamik bir ilişkidir.

Erkekler ve kadınlar arasındaki farklılıkların en görünür hale geldiği alanlar şunlardır:

1)      Duygusal zeka ve empati:

Çoğu erkeğin kendisine ve başkalarına ait olumlu veya olumsuz duyguları tanıyıp bu duygularla bağlantı kurma yeteneği (duygusal zeka ve empati) çoğu kadından daha düşüktür.

Erkeklerin çoğu “hissetmek”ten çok, “düşünerek” yaşarlar. Beyinleri, yüreklerine baskındır (her zaman her erkekte değil elbette). Kendi duygularından ve dolayısıyla başkalarının duygularından pek haberleri olmaz, bazen bu duyguları görseler de görmezden gelirler, ya da çok umursamazlar, bazen de bu duygulardan ürküp kaçarlar, veya onlara savaş açarlar, ya da onları çevrelerindeki kişilere yansıtırlar… Bunlar, erkeklerin olumsuz duygularla başetme yöntemleridir. Bu durum sadece olumsuz duygular için değil, romantizm-aşk-yakınlık-çocuksu heyecan gibi olumlu duygular için de geçerlidir. Bu özellik bazen iş dünyasında erkeklere bir avantaj sağlasa da, yakın ilişkilerde (ve özellikle de kadınlarla ilişkilerinde) tam tersine bir dezavantaj oluşturur. Erkekler ve kadınlar, birbirlerinden tamamen farklı dilleri konuşan, farklı kültürlerden gelmiş iki yabancı gibi, sağlıklı bir iletişim kurup birbirlerine yakınlaşmakta zorlanırlar bazen (birbirlerinin dilini ve kültürünü öğrenmedikleri sürece).

Erkeklerin özellikle kaçındığı bazı olumsuz duygular şunlardır: utanç, yetersizlik, başarısızlık, güçsüzlük, çaresizlik, acizlik, değersizlik. Öfke ve saldırganlık duyguları ise, erkeklerin çok fazla bastırmaya ve kaçınmaya çalışmadan yaşadıkları duygulardır, ve çoğu zaman daha derinlerde yatan incinme, yetersizlik, güçsüzlük gibi duyguların üstünü örtmeye yarar.

Bazen erkekler duygularını aşırı zihinselleştirerek duygusal yükten kurtulmaya çalışırlar. Çok yoğun duygular yaşadıkları bir olayı sanki bir başkasının başına gelmiş önemsiz bir olay gibi anlatabilirler, ya da bu olayın/durumun içerdiği olumsuz duyguları kendilerinden uzakta tutarak olayın sadece yüzeysel ve somut yönlerine odaklanırlar (duygulardan arındırılmış haber bültenleri gibi). Örneğin, eşlerinin onları aldattığını öğrendiklerinde, bu talihsiz olayın kaçınılmaz olarak içerdiği olumsuz duygulara odaklanmak yerine, bu aldatmanın nerede, ne zaman, kiminle, nasıl, vb. yaşandığına odaklanırlar (mesleği gereği duygularını dışarıda bırakan bir dedektif gibi).

Erkekler bazen de utanç, yetersizlik, incinme gibi olumsuz duygularını yakın çevrelerindeki kişilere (eş, çocuklar, arkadaşlar, vb.) yansıtarak kendilerinden uzak tutmaya çalışırlar.  Çünkü utanç, yetersizlik, başarısızlık, acizlik, güçsüzlük, değersizlik, incinme gibi olumsuz duygular onların “erkek” benliklerine büyük bir tehdittir (erkek sözcüğü, “erk” yani güç sahibi olan anlamı taşır). Erkek, kadında (yani kendi aynasında) gördüğü aslında kendine ait olan bu olumsuz duygulardan ürküp kadından daha çok uzaklaşır, veya bu olumsuz duygularla savaşmak adına kendi eşiyle savaşa girişir. Erkekler kadınlara karşı saldırgan davranırken, kendi içlerinde taşıdıkları ve kendi “erkekliklerine” büyük bir tehdit gibi algıladıkları kendi doğal ve gerekli “kadınsı” özelliklerine de savaş açarlar adeta. Ne de olsa insan kendisiyle barışık değilse, kendini gösteren tüm aynaları paramparça etme eğilimindedir!

Ve bu saldırganlık bazen de erkeğin kendisine yönelir, kendine zarar veren davranışlar şeklinde (hızlı araba kullanmak, çeşitli bağımlılıklar, parasal konularda riskli davranışlar, veya daha kestirme yoldan depresyon, intihar…) Kendine dönük saldırganlık eğilimi olan bir erkeğe ( ve aynı özelliği taşıyan kadına da) yardım etme çabası hemen her zaman başarısız bir girişim olarak kalmaya mahkumdur. Hele ki bu kişi kendine dönük yıkıcılığından kurtulmak için samimi ve çok kararlı bir şekilde yardım talep etmiyorsa, onu bu çukurdan çıkartma çabası çoğu zaman yardım elini uzatan kişinin de bir süre sonra kendini o çukurda bulmasıyla sonuçlanır.

Saldırganlık, her zaman açık bir öfke ve savaş şeklinde olmaz. Bazı erkekler son derece kibar, zeki, duyarlı, duygusal, veya güçsüz, mağdur, “yaralı” görüntüleriyle kadınları etkileyip yavaş yavaş onları kendi üstü örtük tahakkümleri altına alarak sözel-psikolojik-cinsel-fiziksel tacizin yolunu açarlar. Bazen böyle bir şey yaptıklarının kendileri bile farkında olamazlar, bu süreç bilinçdışı dinamiklerle şekillenir. Kadınlar ise nasıl bir tuzağa yakalandıklarını, özgüvenleri-özsaygıları iyice azalmış ve güçleri iyice tükenmiş haldeyken ancak farkına varırlar. Don Juan taktiğini uygulayan bu “duygusal vampir” (veya “manipülatör”) erkekler, sömürüp tükettikleri kadınla işleri bitince, bir başka avın peşine düşerler genelde.

Bu olumsuz duygular, erkeğin işindeki ve/ya cinsel hayatındaki performansıyla, cinsel fantezileri ve/ya eylemleriyle, kendi bedensel özellikleriyle, maddi durumuyla, eğitim durumuyla, ailesinin sosyoekonomik ve eğitim durumuyla ilgili olabilir. Çocukken ebeveynlerinin, arkadaşlarının, öğretmenlerinin onu aşağılayarak rencide etmiş olmasıyla ilgili olabilir. Kendi anne-babasının veya ait olduğu etnik-dinsel-kültürel topluluğun kollektif şekilde yaşadığı olumsuz duyguların çocukken içselleştirilmiş olmasıyla ilgili olabilir. Çocukken annesi tarafından ona yapıştırılan “annesinin prensi” rolünü oynamak zorunda kalmasıyla ilgili olabilir. Veya babasının aşırı sert, despot, ezici, saldırgan tutumundan kaynaklanıyor olabilir. Babasının bu saldırgan tahakkümüne maruz kalan erkek çocuk ya bunu pasif şekilde kabul ederek iyice ezilecek, ya da babası gibi olmayı seçerek başkalarına aynı şekilde davranmaya başlayacaktır. Kendi içindeki güçsüzlük, çaresizlik, ezilme, utanç, yenilgi, yetersizlik, başarısızlık, ve değersizlik duygularını bu şekilde tersine çevirerek başetmeye çalışacaktır. Yani “kurban” olma durumuyla başetme yolu olarak “zalim” rolüne geçerler.

Olumsuz duyguların “yansıtılması” süreci şöyle işler:

Örneğin, işindeki performansıyla ilgili yetersizlik ve başarısızlık duygusu yaşayan erkekler bazen bu duygularını evde eşlerine yansıtarak onların giyimini, saç şeklini, satın aldıkları şeyleri, yaptıkları yemekleri, konuştukları konuları, onun arkadaşlarını, vb. acımasızca yargılayıp eleştirirler ve hatta başkalarının yanındayken eşlerinden utanarak onu herkesin içinde rencide ettikleri bile olur. Böylece kendi yetersizlik-başarısızlık-utanç duygularından (geçici şekilde) uzak kalmış olurlar. Bu kötü muameleye maruz kalan kadınlar da bazen bu kendilerine yansıtılmış olumsuz duyguları satın alıp içselleştirerek kendilerini yetersiz-başarısız hissetmeye ve kendilerinden utanmaya başlarlar. Ve umarsız bir şekilde kendilerini kocalarına beğendirmeye çalışarak onların isteklerini ve taleplerini yerine getirebilme çabasıyla kendilerini helak ederler.

Özgüvenleri, kendilerine verdikleri değer ve özsaygıları düşük olan, kendilerine ilişkin algıları olumsuz olan, yani kendileriyle yeterince barışık olmayan kadınlar, erkeğin yansıttığı bu olumsuz duyguları satın almaya zaten dünden razı olurlar. Bu olumsuz duyguları içselleştirdiklerinde de, kocalarının daha çok aşağılamasına ve kötü muamelesine açık hale gelirler, ve kendilerine verdikleri değer, özsaygıları, özgüvenleri daha da düşer. Bu kısırdöngünün sonucunda, kadın erkeği fazla eleştirel, kontrolcü ve saldırgan olmakla, erkek de kadını fazla hassas, kırılgan, alıngan olmakla suçlar.

Oysa erkek en baştan kendi olumsuz duygularını tanıyıp kabul etme ve bu olumsuz duygularla başetme yeteneğine (buna “duygusal zeka” deniyor) daha çok sahip olsa, bu yıkıcı kısırdöngüye hiç girilmemiş olur.

2)      Bastırılmış “kadınlık”, kışkırtılmış “erkeklik”:

Erkekler özerkliklerine çok düşkündür. Benliklerinin derinlerinde varolan bağımlılık duyguları ve tahakküm altına girme korkuları onların “erkekliklerini” o kadar tehdit eder ki, bazen bilinçdışı bir savunma mekanizması ile tam tersi uca savrulup “bağımsız ve özgür erkek” rolüne fazla yapışırlar. Bu da onların ilişkilerinde (özellikle de kadınlarla ilişkilerinde) sorunlar yaratır. Hayatla ilgili (“kadınsı” gördükleri) korkularıyla da aynı şekilde başetmeye çalışıp, tam tersi uca savrularak “aşırı korkusuz, cesur erkek” rolüne yapışırlar. Bu, dehşetle korkulan “kadınsı” özelliklerden kaçmak için erkeklerin başvurduğu bir savunma mekanizmasıdır.

Erkeklerin, kadınlara karşı bağımlılık ve kadınların tahakkümü altına girmekle ilgili derin korkuları, erken çocukluklarında anneleriyle doğal olarak kurulan bağımlılık-tahakküm ilişkisinin sonucudur çoğu zaman. Kendi “erkek” kimliklerini oluşturma yolunda babalarıyla özdeşim kurarken annelerinden kopmak ve ayrışmak-bağımsızlaşmak zorundadırlar.

Bazen erkekler kendilerine aile ve toplum tarafından (“muhallebi çocuğu olma” şeklinde telkinlerle) çocukluklarından beri yüklenmiş olan zorunlu “güç/erk” duygusundan yorulup bunu reddetmek isterler. “Bir şeylerin peşinde koşup elde etmek” yerine peşlerinden koşulmasını isterler,  hep “güçlü” olmak (“evin direği”) ve kendisine sırtını yaslayanları koruyup kollamak yerine pasif bir şekilde yardım alan, sırtını yaslayan, beslenen, korunan taraf olmak isterler. Ama bu doğal ve kaçınılmaz ihtiyaçlar, onların “erkekliğine” bir tehdit olarak algılandığı için, çoğu zaman bu ihtiyaçlarının hiç farkına varmadan onları bilinçdışına bastırırlar. Oysa erkekler de aslında en az kadınlar kadar incinebilir ve duygusaldır, ama bu özellikleri toplumsal cinsiyet rollerinden dolayı çok derinlere bastırılmıştır. Örneğin küçük yaştaki erkek çocuklar en az kız çocuklar kadar (hatta belki daha fazla) kırılgan ve duygusaldır, çabucak ağlayıverirler, engellenmeye tahammülleri düşüktür. Ama toplumsal cinsiyet rolleri (“erkekler ağlamaz” gibi telkinlerle) onları mecburen diğer kutupa iter. Erkeklerin doğal olarak içlerinde barındırdıkları “erkeksi” olarak etiketlenen özellikleri kışkırtılıp ön plana çıkartılır, “kadınsı” olarak etiketlenen özellikleri ise bastırılır.

Erkekler çözümlere, hedeflere, başarıya, güce, makinelere, ve bilgiye kadınlardan daha çok odaklanırlar. Kadınlar ise sürece, ilişkiye, yakınlığa, duygulara erkeklerden daha çok odaklanırlar.

Erkekler kendi “erkekliklerini” sadece kendilerine değil, tüm çevresindekilere kanıtlamaya çalışırlar sanki. Bu amaçla, kendi fiziksel güçlerini, duygusal incinmeye karşı kullandıkları kalkanlarını, iktidarlarını, ve başarılarını bazen oldukça abartılı bir şekilde çevrelerine teşhir ederler. Kendine dönük bu abartılı ilgi, birçok erkeğin çevresindekilere (ve özellikle de kadınlara) karşı duyarsız kalmasına neden olur. Kendi “görkeminden” gözü kamaşan erkek, çevresindekileri göremez elbette. “Kendini gösterme” çabası kadınlarda daha çok fiziksel görünüme odaklanırken, erkeklerde daha çok iş ve kariyerle (veya cinsellikle) ilgili başarılara odaklanır. Elbette tüm bu narsistik büyüklenmeci tavır, derinlerdeki utanç ve yetersizlik duygularından kaçışın da bir göstergesidir.

Erkekler kendi içlerinde gayet doğal, gerekli, ve kaçınılmaz şekilde varolan (ama çoğunlukla kadınlara atfedilen) kendi “yumuşak”, “duygusal”, “güçsüz” yönlerini tanıyıp kabullenirse kendileriyle daha barışık, daha “bütünleşmiş”, ve paradoksal biçimde daha “güçlü” erkekler olabilirler. Erkekler “muhallebi çocuğu” veya “sünepe-kılıbık” olmak gibi uç bir kutup ile “zorba” olmak gibi diğer uç kutup arasından birini tercih etmek zorunda değildir. Bu ikisi arasında, çok daha sağlıklı, olgun,  kendisiyle barışık, ve bütünleşmiş bir erkek karakteri vardır. İşin aslı, bu iki uç kutuptaki erkek tipi, bir paranın iki yüzü gibidir, ikisinin gerisinde de temel bir güçsüzlük, eziklik, yetersizlik durumu vardır.

Elbette bu erkek-kadın bölünmesi tersinden de gerçekleşebilir. Yani bir ilişkideki kadın zorba, duygusuz, ve saldırgan olabilir. Erkek ise tam tersine itaatkar, incinebilir,  ve duygusal olabilir. Bu durumda da kadın baskın özellikleri ve despot saldırganlığıyla erkeğin üzerinde hakimiyet kurar. Ve  kocasının fazla pasif, silik, çekingen, güçsüz olmasından şikayet ederek onu zorla “değiştirmeye çalışır”. Ama bu çabası, paradoksal şekilde, erkeğin çekinik özelliklerini daha da pekiştirir, ve kadın daha çok şikayet ettikçe erkek daha çok ezilir.

Aslında temel insani varoluşumuzu oluşturan özelliklerin toplumsal cinsiyet rolleri gereği ikiye bölünüp erkek ve kadın olarak iki uç kutupta toplanması, kişiyi bölünmüş ve eksik bir durumda bırakır. Her iki cinsiyet de kendi içindeki diğer kutupa ait bastırılmış özellikleri tanıyıp kabullenebilirse, daha sağlıklı, güçlü, ve “bütünleşmiş” bir insan ortaya çıkabilir. O zaman kendi içimizdeki karşıt kutuplar birbirini dengeler ve bir bütüne tamamlanır. Bu, uzun bir kişisel gelişim ve terapi süreci sayesinde ulaşılabilecek zor ama imkansız olmayan bir hedeftir.

3)      Sorun çözme ve stresle başetme yöntemleri:

Kadınların bir sorunla veya stresli bir durumla karşılaştıklarında en sık başvurdukları başetme yöntemi, sevdikleri ve güvendikleri kişilerden duygusal destek almaktır. Somut tavsiye ve çözüm arayışından ziyade, sadece duygularını paylaşıp rahatlamak isterler. Yani kadınlar bir sorunlarını sevdikleri bir erkeğe anlattıklarında sadece ilgi, duygusal destek, empati, ve yakınlık arayışındadırlar. Kadınlar bazen gerçekten sorunlarını iletmek için değil de, sadece eşleriyle iletişim kurmak, onunla bir şeyler paylaşmak için eşlerine “birşeyler” anlatmak isterler. Kadınlar arkadaşları, akrabaları, veya komşuları ile ilgili birşeyler anlattığında, erkekler bunu “dedikodu” olarak algılayıp kendilerini bu “iletişime” kapatırlar. Erkekler “çözüm” ve “hedef” odaklıdır. Erkeklerin çoğu açısından, sorunların birisine anlatılmasının iki anlamı olabilir: suçlamak, veya akıl danışmak. Dolayısıyla, kadınlar erkeğe sorunlarını anlatmak istediklerinde, erkekler ya suçlandıklarını ya da kendilerine akıl danışıldığını varsayarlar. Bu yüzden, savunmaya ya da karşı saldırıya geçerler, veya buldukları çözümleri eşlerine sunarlar ya da bu çözümü doğrudan eşleri adına uygulamaya girişirler (“tamirci” rolü). Kadının ilettiği sorun erkeğin çözüm üretemediği bir sorunsa (veya kadın bu “çözümlere” kulak asmıyorsa), erkek kendisini çaresiz ve tükenmiş hissederek kadını dinlemeyi tamamen bırakır. Oysa kadınlar tek istediği, erkeklerin onları empatik bir şekilde (yargılanmadan, eleştirilmeden, “ne yapmaları gerektiği” onlara söylenmeden) dinlemesidir.

Erkekler, sorunları “kendi başlarına”, yardım almadan çözmekten hoşlanırlar. Bunu bir özerklik, özgürlük, ve güç göstergesi olarak düşünürler (oysa, tam tersine, gerektiğinde yardım isteyebilmek “yeterince güçlü” insanların bir özelliğidir). Bu yüzden, bir kadın sevdiği erkeğe yardım etmeye, tavsiye vermeye, veya ona rehberlik yapmaya kalkarsa (ve özellikle de erkekten böyle bir talep gelmemişse) erkek bunu özerkliğine bir tehdit olarak ve bir tahakküm girişimi olarak algılar. Oysa bu yardım çabası, kadın için sevdiğini göstermenin bir yoludur.

Erkekler, bir sorunla  veya stresli bir durumla karşılaştıklarında, bu sorun üzerinde “düşünmek”, sorunu örtbas edip unutmak, ya da dikkatlerini başka bir şeye odaklayıp sorundan  uzaklaşmak amacıyla kendi içlerine (“mağaralarına”) kapanırlar. Bazen de ortada herhangi bir sorun yokken bile, sadece biraz yalnız kalmak ve kendi özerkliklerini daha somut şekilde hissetmek istedikleri için “mağaralarına” çekilirler. Erkeğin bu “mağarası”, bazen bir futbol maçı, bazen bir gazetenin arkası, bazen uyku, bazen doğa sporları, bazen elektronik eşya alışverişi, bazen de araba kullanmaktır. Erkeklerin bu tercihi, eşleri tarafından uzaklaşma, soğukluk, veya umursamazlık olarak algılanabilir, çünkü kadınlar ancak ilişkiyi kesmek istediklerinde “mağaralarına” çekilirler. Oysa kadınların endişelenmesine gerek yoktur, erkekler sakinleşip kendilerini daha iyi hissettiklerinde ve sorunlarına çözümler bulduklarında mağaradan kendiliğinden çıkacaklardır zaten.

Kadınlar ise bir sorunla veya stresli bir durumla karşılaştıklarında, duyguları üzerinde yoğunlaşırlar ve erkeğin tam tersine kendini diğer kişilere açarak sorunlarını paylaşır ve duygusal destek ararlar. İşte kadınların bu tercihi de eşleri tarafından bazen “özel alanın işgali” olarak algılanabilir. İhtiyaçlar ve beklentiler örtüşmeyince, her iki taraf da birbirini anlayışsızlık ve sevgisizlikle suçlar. Hele ki her iki taraf da aynı anda bir stresle/sorunla karşı karşıyaysa, sorun daha da karmaşık bir hal alır.

Kadınların duygusal iniş çıkışları “dalgalar” gibidir. En tepedeyken kendilerini çok iyi hissederler, çok enerjik ve mutludurlar, ve sevgilerini cömertçe sunarlar. Kadınlar dibe vurduklarında ise kendilerini sanki çok derin bir kuyunun en dibine düşmüş gibi hissederler bazen. Bu “kuyuda” geçmişe ait tüm eski sorunlar, çatışmalar, kırgınlıklar, bastırılmış öfke, ve bilinçdışı ikilemler vardır (erkeğin unutup geçtiği pek çok şey!) Bu dönemdeki kadınlar bu olumsuz duygularını çevrelerine de yansıtıp özellikle eşlerinden yakınlık, ilgi, sevgi, şefkat beklerler. Duygusal iniş yaşayan eşlerine empati ve sevecenlikle yardım eden erkekler bazen ne yapsalar fayda etmediğini, eşlerinin bir türlü mutlu olmadığını düşünerek çaresizlik ve ardından da öfke hissedebilir. Tekrar yukarı çıkabilmek için dibe vurmak gerektiğini akılda tutup, bir işe yaramıyormuş gibi görünse bile empati ve sevgiyi eksik etmeden sabırla beklemek gerekir. Elbette kadınlar da, benzer şekilde, erkeğin kendisini tekrar iyi hissedebilmesi için “mağarada” yeterince kalması gerektiğini aklında tutup sabırla beklemelidir.

Eşler arasında en büyük krizler, erkek ve kadının eşzamanlı olarak olumsuz duygularla yüklü olduğu, ve kadının kendi “kuyusuna” inerken erkeğin de kendi “mağarasına” çekildiği dönemlerde patlak verir. Her iki tarafın da birbirinin olağan duygusal iniş-çıkış ritmini bilerek eşine karşı anlayışlı ve sabırlı olması, kendilerinin duygusal iniş çıkışları eşlerininkiyle uyuşmadığında diğer destek kaynaklarına (arkadaşlar, aile, vb.) başvurmaları, eşler arasındaki birçok sorunu çözecektir.

Erkeklerin özerklik tutkusundan ve sorunlarla kendilerine özgü başetme yöntemlerinden dolayı, arabayla bir yere giderken adres sorup yardım almak için pek istekli olmadıkları gibi, psikoterapi ve kişisel gelişim konularında da “dışarıdan müdahale” olarak gördükleri bir yardıma pek istekli olmazlar. Erkekler bozuk/sağlam, hasta/sağlıklı gibi ikili kutuplarda düşünmeye eğilimlidir. Bu yüzden, “iyice hasta” olmadan doktora gitmeye de pek yanaşmazlar. Ve evlilikleri iyice çuvallamadan, sadece danışmanlık almak ve “daha iyi” olmak için psikolojik danışmanlık da almazlar genelde. Bir şey tamamen “bozuk” değilse, “sağlam”dır onlara göre. Ancak bir “çıkmaz sokağa” girdiklerinde, “kaybolduklarını” anladıklarında (ve bundan tam olarak emin olup son çarelerini de tükettiklerinde), veya “kaza” yapıp tek başlarına bu işin üstesinden gelemeyeceklerini anladıklarında, yani işler iyice sarpa sardığında terapiye gelirler. Ve o zamanlarda bile hala yardım istemeye direndikleri olur, gelseler de pek istekli-inançlı ve değişmeye hazır şekilde gelmezler. Bazen de “arabadaki” diğer kişiler (eşler, çocuklar, anne-baba, kardeşler, arkadaşlar,vb.) onlar adına harekete geçip psikolojik yardım için başvurur. Erkekler psikolojik yardım almayı kabul ettiklerinde, çoğu zaman, işin ucunda bir ültimatom vardır (boşanma, işten çıkarılma, eşlerinin-çocuklarının isyanı veya psikolojik “arızaları”, vb.). Terapiye kendi isteğiyle gelen çoğu erkeğin temel başvuru nedeni, evlilik, ilişkiler, ve işle ilgili “krizler”dir. Bu krizler erkeğin evliliğinde, ilişkilerinde, ve/ya işinde olumlu ya da olumsuz herhangi büyük çaplı bir “değişiklik” olabilir: doğum, taşınma, hayatla ilgili önemli kararlar, terfi, iş değişikliği, işini, kaybetme, cinsel sorunlar, işinde ve/ya evliliğinde başarısızlık-yetersizlik duyguları, aldatma/aldatılma, vb.

Kadınlar ise büyük bir sorun olmadığında bile, sadece kendilerini, veya eşlerini-çocuklarını geliştirmek için psikolojik yardım için başvurabilirler. Kurslara katılırlar, kişisel gelişim ve psikoloji/eğitim kitapları okurlar, bu okuduklarını eşlerine-çocuklarına da aktarmaya çalışırlar. Bazen bu “geliştirme” çabasının dozu kaçtığında erkek üzerinde ters bir etki yaratır, erkek bunu özerkliğine bir tehdit olarak algılar. Erkek “beni değiştirmeye çalışıyor, demek ki beni bozuk/hasta olarak görüyor” diye düşünerek kadının onu “geliştirme” çabasına inatla direnir.

4)      Cinsellik:

Erkeklerdeki yetersizlik, değersizlik, başarısızlık, utanç, ve bu olumsuz duyguları örtme işlevi gören saldırganlık-öfke duygularının kaynağı bazen cinselliktir. Cinsel “performans”, birçok erkek için çok önemlidir. Cinsellikte erkekler daha çok sonuca ve skora, kadınlar ise daha çok sürece odaklanır.

Öte yandan, cinsellik, erkeğin olumsuz duygularının yansıtıldığı bir aynadır adeta. Erkekler işlerinde, aileleri ve arkadaşlarıyla ilişkilerinde yaşadıkları olumsuz duyguları bazen cinsellik alanına yansıtıp, bu olumsuz duyguların yarasını cinsellikle iyileştirmeye çalışırlar. İşinde büyük bir başarısızlık yaşamış, patronundan azar işitmiş, veya sokakta bir başka erkek tarafından rencide edilip ezilmiş bir erkek, akşam eve geldiğinde eşiyle “cinsel performansına” fazla odaklanarak duygusal yarasına pansuman yapmaya çalışır. Ve çoğu zaman da bu “performansa” fazla odaklanıp eşiyle duygusal-tensel yakınlaşmayı ihmal ettiği için erken boşalma  ve iktidarsızlık sorunu yaşar. Bu da bir kısırdöngü şeklinde, erkekteki yetersizlik-başarısızlık-utanç duygularını daha da artırır.

Kadınların duygusal yaralarının ilacı ise, sevdikleri erkeğin şefkatli dokunuşları, sevgisi, ve güzel sözleridir. Cinsel hayatlarında bu unsurlar varolduğu sürece mutlu olurlar, aksi takdirde  cinsellikten soğuyup uzaklaşabilirler.

Erkekler için potansiyel bir yetersizlik-başarısızlık alanı olarak görülen cinsellik, kadınlar için ise yoğun utançla yüklü bir alandır bazen.

**********************

Bu yazının, kendi “erkek ve “kadın” rollerinizi daha iyi tanıyıp kendinizi geliştirmek, ve daha “bütünleşmiş”, sağlıklı, ve olgun bir insan olarak eşinizle, çocuklarınızla, ailenizle ve arkadaşlarınızla daha iyi iletişim kurabilmeniz için size yardımcı olacağını umuyorum. Şimdi, bu öğrendiklerinizden yola çıkarak harekete geçme ve kendinizi değiştirmek için küçük de olsa bir adım atma zamanı…

 

Serhat Türktan

Uzman Klinik Psikolog

 

Kaynaklar:

  • Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten, Yazan: John Gray, Altın Kitaplar
  • Aşk Manipülatörleri, Yazan: Azabelle Nazara-Aga, Sistem Yayıncılık
  • Kadının Özgüveni, Yazan: Nathaniel Branden, Sistem Yayıncılık
  • Erkekler Dile Gelse, Yazan: Dr.Alon Gratch, Doğan Kitap